QUO VADİS ADOLF?..

QUO VADİS ADOLF?.. 

          Sözlüklere göre: Quo Vadis; Latince bir sözcük. Anlamı, “Nereye gidiyorsun?”… Polonyalı yazar Henryk Sienkiewicz’in yazdığı bir romanın adı… Sinema filmi de çekilen ve bir zamanlar çok büyük ilgi gören bir yapıt.

          Romanın konusu: Neron zamanında Roma’da geçer. Sarayda geçen entrikalar, ihanetler, buradaki dalkavuklar, Romalı asilzadelerin yaşam biçimleri…Vs.

           Aziz Petrus, Roma’dan kaçmaktadır. Kaçarken, Roma’ya gelmekte olan Hz. İsa ile karşılaşır. Ona “Quo Vadis?” der. Yani “Nereye gidiyorsun?”  Hz. İsa’nın Aziz Petrus’a verdiği yanıtı merak ediyorsunuz şimdi değil mi? Yazıyı sonuna kadar okursanız öğreneceksiniz!..

            Yazıya başlarken bu başlığı seçtim. Sonra da merak ettim -ki, merak; bütün kötülüklerin anasıdır.- Google baba aracılığıyla küçük bir araştırma yaptım ve bu başlıkta veya içinde bu kelimenin geçtiği yüzlerce yazı buldum… Böylece, insan nesli olarak, aynı sorunlardan (politik-acı) şikayetçi olduğumuzu tespit ettim.

            Nicedir ve niyedir bu şikayet?..

            Efendim, malum-u aliniz (ki; bu söz, ince bir yalakalık ve yağcılık yanında içten içe, kendini “malum-u aliniz” dediğiniz  “zat-ı alilerine” karşı üstün görme, onları “aptal” yerine koyma hali taşır…) Yani, sizin de bildiğiniz gibi:  demokrasi: insanların kendilerini vekilleri aracılığıyla(bir nevi delegeler...) yönetme biçimidir ve en iyi biçimi de  “Cumhuriyet” rejimlerinde kendini ifade eder. Bu ifade edişlerin en önemli şartı da; dört veya beş yılda bir yapılan seçimlerdir…  İşte, bu seçimler sonucunda ortaya çıkan delegeler (siz buna milletvekili de diyebilirsiniz…) bir süre sonra Politik-acı haline dönüşürler. Bu delegelerin politik-acı haline dönüşmemesi için, seçmenlerin onları seçerken bilinçli hareket etmesi yani, pazardan kavun/karpuz seçerken gösterdiği titizliği/seçiciliği göstermesi gerekmektedir.

          Neyse ki; bizim milletin göstermediği bu titizliği parti başkanları fazlasıyla göstermekte ve kesinlikle kendi sözlerinden dışarı çıkamayacak/trenden inerse bir daha trene binemeyeceğini çok iyi bilen olgunlaşmamış olanlarını seçmekte ve onları dört yılda olgunlaştırmaktadırlar. Böylece, parti başkanlarınca atanmış/seçilmiş olanları seçmekte ve seçmiş olduğumuzu zannederek mutlu olmakta; dört/beş yıl sonra da seçilmiş olanları beğenmemekte, yine seçime giderek parti başkanlarınca atanan/seçilmiş olan başkalarını seçerek rahatlamaktayız…

          Bu bir oyun değil mi?..

          Evet, 62 yıldır sürdürdüğümüz bir oyun! Fakat, her oyun gibi bunun da bir sonu var!..

          İngiliz yazar, yönetmen, oyuncu Pip Utton’ın “ADOLF” adlı oyununu seyrettim. Levent ÖZDİLEK’in yönettiği ve Türkiye’nin en yetenekli tiyatro oyuncusu Burak SERGEN tarafından canlandırılan Adolf HİTLER’in, intihar etmeden önceki 12 saatinin, aslında onu iktidara getiren koşullar ve ideolojisinin yansılandığı çok önemli bir oyunu…

          Günümüz Türkiyesi ile tıpatıp aynı koşullar ve aynı ideoloji… Oyunu seyrederken, özellikle 2002 yılından sonra Amerikan medyasında ülkemizle ilgili çıkan haberler geldi aklıma… “İslamo-Faşist” ne demek veya bununla ne kastedildiğini anladım ve tepeden tırnağa ürperdim!

          1. Dünya Savaşında yenilen ve aşşağılanan, baskı altında tutulan  Almanya.. Onlara lider olan ezik Onbaşı Adolf’un iktidara gelince ilk yaptığı iş: ulaşım ağını(Karayolları ve Demiryolları) yenileyip genişletmek, her Almana bir ev, bir iş, bir Wolksvagen beetle(kaplumbağa) araba ve devasa anıtlarla(heykeller…) Almanların   egosunu şişirmek…

           Özellikle 11 Eylül 2001 saldırısıyla “Terörist” damgası yiyen ve dünyanın her yerinde aşağılanan İslam taraftarları, tüm İslam aleminin liderliğine oynayan veya oynatılan ve kendini “Zenci Türk” olarak gören bizimkilerin iktidara gelişi veya getirilişi ve ilk yaptıkları icraatlar neydi? Toki konutları, duble yollar ve devasa büyüklükte camiler… Almanların Nasyonal Sosyalizmine karşı bizimkilerin Ümmetçiliği…

           Ne diyordu Adolf  Polonya, Fransa ve Stalin dönemi Sovyetleriyle saldırmazlık antlaşmaları imzalarken: “Biz barış istiyoruz. Kan dökülmesin. Mutter’ler ağlamasın!..

           Ne yaptı bizimkiler? “Komşularla sıfır sorun” diyerek; neredeyse bütün komşularla vizeleri kaldırmadılar mı?.. Bizde muhalefet: Barışa karşı değil mi(?!), Savaş istemiyor mu? Kan dökülsün(?!), Analar ağlasın(!?) Demiyor mu?..

          Ne diyordu Adolf? :”Yapılan antlaşmaları, günü gelince  çizmelerimizle ezeriz! O zaman da kimse anlaşmalara aykırı hareket ettiğimizi iddia edemez!

          Size de tanıdık gelmedi mi “ayağın altına alıp çiğneme” meselesi?..

          Ne yapmıştı Adolf?: parlamentodan bir yetki çıkarıp; Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı makamını tek elde toplayarak, kendisini devlet başkanı ilan ettirmişti…

          Bizimki ne yapmaya çalışıyor?.. Aynısı dediğinizi duyar gibiyim…

          Ne diyordu tiyatro oyunundaki Adolf?: “Bir düşman bulmalısın kendine ve halka her kötülüğün müsebbibi olarak onu göstermelisin!” Alman Halkının Düşmanı kim oldu? Yahudiler ve Çingeneler…

          Bizdeki düşman kim?.. Aleviler ve Zerdüştler(?!)

          Ne yapmıştı Adolf?: Büyük Almanya’yı kurmak için; Avusturya’yı ilhak etmiş, Polonya’yı Sovyetler Birliği ile Paylaşmış ve sonunda Sovyetler Birliği’ne saldırarak, kendi yıkımına giden yolun başlangıcını yapmıştı…

          Bizimki ise; Neo Osmanlı İmparatorluğu için; Büyük Kürdistan’ı kurduktan sonra ilhak edecek ve Suriye’yi İsrail’le paylaşacak. Daha sonra da yeni müttefiki İsrail, Kürdistan Eyaleti  ve Sünni Mihver Arap krallıklarıyla  birlikte İran üzerine atası Yavuz gibi sefere çıkacak ve bu sefer, son seferi olacak…

          Bütün bunlar büyük bir “komplo teorisi” veya “hayal” ürünü mü sizce?..

          Dilerim öyle olsun! Ve dilerim, yanılayım… “Tarih, tekerrürden ibarettir!” demişler ve İstiklal Marşımızın şairi Mehmet AKİF şöyle bir mısra söylemiş: “Geçmişten adam hisse kaparmış/ Ne masal şey/ Beşbin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?/ tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar./ Hiç ibret alınsaydı/ Tekerrür mü ederdi?.

          Antik/Eski Yunan Tragedyalarında oyunun kahramanı, nereye kaçarsa kaçsın yazgısı onu orada bulur ve olması gereken gerçekleşir. Bu,  kahramanın kaderidir… Kader, mutlaka yaşanacaktır!   Yalnız: tüm bu olaylar olmadan önce Kral, ülkenin Kahini/Bilici Teiresias (siz buna sağ duyu veya Ana Muhalefet de diyebilirsiniz…) tarafından uyarılır…  Fakat, Kral yani devlet başkanı bu uyarılara kulak asmaz ve kaçınılmaz son gerçekleşir… Üstelik Kahin Teiresias aslında gözleri görmeyen birisidir. Gözleri görmeyen, Kör birinin(siz buna: Ana Muhalefet de diyebilirsiniz…) gördüğünü göremeyen Kral(siz buna: İktidar diyebilirsiniz…), sonunda kendi yıkımıyla birlikte; ülkesini de yıkıma sürüklemiştir…

           Sonunda neler olacak?

           İzin verirseniz bunu da bir başka yazıda söyleyeyim.

          Şimdi geldik Hz İsa’nın Aziz Petrus’a verdiği yanıta… Hz. İsa şöyle yanıt verir: “ Gideceğim yere… Şimdi arkamdan gelmezsin, nihayetinde geleceksin!

 

Meraklısı için Google Baba linki: http://tr.wikipedia.org/wiki/Adolf_Hitler

      01-13 MAYIS 2013 İSTANBUL                        Nihat MÜRŞİTPINAR

 


Yorumlar - Yorum Yaz