HURİ


                                       Fotoğraf: Bektaşi Üzümü   Ayder yaylası/Rize

HURİ…

          Ataşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğünde çalışırken, belediye başkanının
pek kıymetli karısıyla “sanatsal ve insani bakış açımız” uyuşmadığından dolayı
Sosyal Yardım İşleri müdürlüğüne sürgün edilmiştim. Çalıştığım Ataevine bir emekli
İmam ve Alevi Dedesini din hizmeti vermek için göndermişlerdi. İmam arkadaşımız
hemen iş yerindeki çalışanların mezhebini öğrenmeye ve ona göre diyaloglara girmeye
başladı. Bu arada her karşılaşmamızda da bana kendi dini bilgilerini ısrarla aktarmak
istiyordu…
          Yine böyle bir sohbet sırasında: “Hocam,biz Üniversite’de tiyatro eğitimi alırken
Shakespeare diye bir kefere yazarın oyunlarını incelemiştik. Orada bir şey dikkatimi
çekmişti. Bu keferenin oyunlarını yazdığı dönemin İngilizce dili ile günümüz İngilizcesi
arasında dağlar kadar fark vardı. Keferenin o dönemde yazdıklarını işin uzmanları bile zor anlayıp günümüz İngilizcesine ancak çevirebiliyorlardı… Keza; bizde de 1930’larda yazılmış bir kitabı herkes kolay anlayamıyor. Birilerinin sadeleştirme yapması gerekiyor. O zaman da sadeleştiren mutlaka kendinden bir şeyler katıyor…” diyerek asıl meseleye girdim.
          “ Ben bir şeyi merak ediyorum… Kur’an ayetlerinin indiği zamanın Arapçası ile
günümüz Arapçası arasında da mutlaka çok büyük anlam farkları vardır. Bu anlamda bir
araştırma yapılmış mıdır? Bana böyle bir kitap tavsiye edebilir misiniz?” dedim…
          Hocamız, şöyle bir yutkundu… Belli ki sorum çalışmadığı bir yerden gelmişti…
Ben bir tuvalete gidip geleyim diyerek üst kata çıktı. Tabii biz bu tuvalet meselesinin ne
anlama geldiğini gayet iyi biliyorduk! Hocamız her sıkıştığında üst kata çıkar ve: Alo Diyanet hattını arar. Sonra bizi bilgilendirirdi. Neyse… Hocamız tuvaletten uzunca bir zaman sonra döndü ve Kur’an’ın asla değişmediğini, indirildiği dönem neyse yine aynı olduğunu ve değiştirilemeyeceğini, bu durumun Kur’an’ın asıl mucizesi olduğunu söyledi.
          Geçen gün Facebook’ta sorumun yanıtını bulur gibi oldum. Kendisinden izin
almadığım ve izin verse bile başına nahoş olayların getirilmesinden çekindiğim ismini
veremeyeceğim bir arkadaş aşağıdaki araştırmasını paylaşmıştı.
“…Şimdi size Kuran'ın Aramaik okunuşu adlı kitaptan birkaç örnek verelim:
Bu araştırmacıya göre HURİ o dönemde kullanılan dile göre: "Beyaz ve kristal
saydamlığında üzümler" demek... Tomurcuğuyla falan geçtiği her yere koy....
Anlamda bir tutarsızlık oluşmuyor...
Araştımacıya göre Arapçadaki Hımar
kelimesinin bu gün kabul gören örtme anlamının sonradan oluştğunu, o dönemde
bele sarılan kuşak yani Kımer-KEMER demek olduğunu ve namusa işarete ettiğini
söylüyor. Aklımıza hemen eline, beline, diline sözü gelmiyor değil...”
(ALINTI:
A.E.)
          İmdi… Bu açıklamadan sonra gelelim zurnanın zırt dediği son deliğine…
          Kendini patlatarak yüzlerce masum insanı inandıkları din adına öldüren. Böyle yaparak o dinin şehadet şerbetini içtiğini, Cennet-i Ala’ya gidip orada –bir rivayete göre- yetmiş bin “Bakire Huri” ile her gün sex partisi yapacağına inanan  gafillerin, aslında “yetmiş bin üzüm tanesi” ile sevişeceğini düşünebiliyor musunuz?. Tek kelimeyle Trajedi…
          Allah bizi o gafillerin durumuna düşmekten korusun!..

14 MAYIS 2016 İSTANBUL                      Nihat MÜRŞİTPINAR

 


Yorumlar - Yorum Yaz